24 Ağustos 2019 Cumartesi

Fırın



                                                  Eminelere ve kızlarına

Hocam hakaret davasını tabuta yükleyelim diyor
Kanı donabilir böylece adaletin
Kaç kere defansa düştük kaç kere gol
Hangi gollerin hesabı hangi hakeme sorulacak
Bir kişi eksiğiz şimdi dünya da atılacak
Biraz espritüel insanlar ve gruptan çık tıkla
Onca şeyin arasında gülebilme yetisi mi denmeli bu insandakine
Kırmızı bir şelale görüyorum sonra bir sarılış ve nicesinin çığlığı
Ölmek istemiyorum diyor fakat ölümü dibinde beslerken dünya
Ölümü dibinde beslerken dünya ve sorumlu hissediyorum bunca şeyden
Hissediyorum bir ufak kızın yerine
Yerine ve daha niceleri kaybediyor davayı
Davanın kazanıldığı yerden
Bilirim bir tek güvenim sanadır, sanadır ve adaletinedir
Sen dünyada kalmışlara da merhametinden tattır çünkü çok ağlıyordur o kız
Minik kız bir ufak bebek oyuncaklar ve artık geriye yemeği yapmak kalıyor evin
Evin peki hangi evin
Esirgeme ve kurumundan dolaylı yoldan geçiş hakkı
Orada oyuncaklar boldur peki ya anne
Anne kaybolmuştur esirgemelerde 
Geçiyorum köprüden ve stadyumun tam ortasından oradan da sahneye
Şekspir yazmamıştı ölme lütfen anne diye
Şekspir bile yazamamıştı ölme lütfen anne diye
Kalınca bir camı kapatıyorum. Fırın
Eve ekmek alıp gelecek bir gelecekten çalıyorsunuz
Evi ve ekmekleri bir de sıcaklığı çalıyorsunuz
Koruyamıyorsunuz ülkenin en sıcak fırınlarını
Çünkü bir çocuk annesiz kaldıysa

Ülkenin en sıcak fırını bile soğuktur artık.

28 Şubat 2019 Perşembe

Üç Kere Düştüm İçimden

     Ve ben seksen beş kere andım adını. Bir müzik açtım arkaya, bulaşıkları yıkadım. Ekmek almaya giderken dahi durmadı gözyaşlarım. Ne sen kinini atabildin üstünden ne de ben bu irini. Seksen beş diyordum. Eve gelip ellerimi yıkadım ve bir seksen beş daha. Son beş sayı eksik kalmış ve ben elimde portakallarla uyuyakalmışım. Neden seksen beş diyeceksin, bizde huydur takıntılı olmak. Bir evin üstümüze devrildiği ama insanların o son darbeyi sen vurdun diye kızdığı bir huy. Bizi hiçbir zaman anlamayacaklardı ve sen de buna rağmen beni anlamamayı seçtin. "Oysa beni bu yıkık halimle bırakıp nereye..." Kapı çaldı, bir seksen beş daha ve ben kapıya koştum. Eski adın gelmiş beni yakalamaya. Ben bir su içtim, o mutfaktan çıktım ve o evi hep merak ettim. Kapı çaldı seksen beş kez ve açtım. Arayışım gelmişti. Arayışlarım. Ve durumun 2-1 olması kalkıp gelmişler. Buldum sanmıştım diyeyim diye bir daha, ölene dek ağlayayım diye bir daha ve bir daha. Ben de üçlerim ama bunu kimse anlamaz işte diye bağırdım içimden. Arayışlarım güldü ve bulamadın dedi. Benim için aramak önemliymiş gibi bir sürü laf etti televizyondakiler ve ben o salona bir televizyon ekleyemeden çıktım gittim. Nasıl olsa bulamamıştım ve kaybetmiştim benim sandıklarımı. Bana ait olmamış olanı ceketimin cebine atıp yürüdüm kaldırımları. Bir ya da iki kaldırım ancak vardır. İçimde ezilen bir portakala göre de gayet iyi yürüyordum. Mutluymuş gibi. Oysa ne çok isterdim gökyüzüne dolmuş gözlerle bakarken yaralarını biliyorum ve seni anlıyorum diye fısıldanmasını. Bir markete girdim, bir çikolataya ben fısıldadım aynısını. Reyonlar aynı kaldı, ekmekler kıpırdamadı ve hayat aynı klasikliğinde devam etti öylece. Oysa senin beni anladığını hissettiğim zamanlarda ve sen ekmeklerin yanından geçerken ben ekmeklere bakmamıştım. Ne üçe ihtiyacımız olmuştu ne de seksen beşe. Ve ben ekmeklere bakmamıştım çünkü aynı fısıltıya ihtiyacım yoktu. Şimdi gök yarılıyor ve ben çaydanlığın altını kapatıyorum seksen beş kere. Seksen beş. Ne senin için ne de sizin için hiçbir şey ifade etmiyor. Oysa ben o çaydanlıkların altını kapatıp seksen beş kere çıkıyorum benim olamamış evlerden ve hayatlardan. Ve arkamda neşeli kahkahalar.
     Oysa zaman geçince geçecek demişlerdi ama geçen zaman yalnızca yeni seksen beşler ekliyor haneme.