18 Ağustos 2016 Perşembe

Dönüşü Olmayan Lunapark

Bütün akşam kahrolmuşuz tierra.
Gece bizi oluk oluk içmiş tüm damarlarından.
Ah ne yazık ki kıyametimizi bir biz görebiliyoruz.
Ah ne yazık ki tekil kişi eylemimi çoğula aktaracak kadar aciz ve savunmasızım.
Oysa cennet bakmak nasıl bu kadar başarılı?
Biz gözyaşlarımızda pamuk şekerlerimizi mi eritiyoruz yani?
Biz anlatamamayı hep en sevdiklerimize karşı mı gerçekleştiriyoruz?
Bizi kim utandırdı?
Tierra, ağızlarını açıp güldükleri karanlıkta boğuldular mı? Tierra?
Yakışık almayan bir bedduanın mı içindeyiz?
Yakışık almayan bir lunaparka mı girmişiz, ne bu bakışlar tierra?
Ah, tierra, ruhumu taşıyamıyorum.

17 Nisan 2016 Pazar

Fil Dalgaları

Ne önemi var ki kurbanlık çiçeklerim? İçlerinizden biri sevilmeyesi vebadır artık. Ebem kuşağının güzelliğiyle korku saldınız bana. Güzellik korkuyla birlikte gelirmiş çünkü öyle de derler. Güzellik korkutmazsa kaybedilirmiş çünkü böyle de derler. Korkuttunuz beni. Korkuttun bizi. Oysa ne güzeldirdi onca renk sıra sıra. Oysa bilmesek korkmazdık. Korkularımızı bilmesek korkmazdık geleceğim. Bunu itiraf ediyorum senden daha korkağım. Bunu itiraf ediyorum senden daha ağır bir ruhun pençesindeyim. Ebem kuşağından dahi korkabilen bir insanın yaşama maksatlı hiçbir eylemi olamaz/dı. Ta ki sen tüm dünyayı renklerinle boyayıncaya kadar. Yüzün o kadar temizdi ki bakarken en sevdiğim rengin sen olduğunu söylemeyi unuttum. Yüzün o kadar temizdi ki bakarken bütün günahlarımı unuttum. Yüzün o kadar bakılasıydı ki yüzünde kör oldum.
Yo hayır söyletme bana bunları. Bugün ilk defa gözlerimi, ağzımı, burnumu kapattım. Yo hayır söyletme bana bunları çemkiriyorum kendime. Söyletme bana bunları çünkü sen dinlemeyince bir anlamı kalmıyor. Ah ruhun, ruhun içimde kader, kıyamet, ahiret; ruhun içimde din gibi. Varlığın sebebiyete teşviktir, yaşamaya teşvik. Ben o binaya atlamak için çıkmıştım şimdi elini tutuyorum. Senin kokun ciğerlerime dolunca vazgeçtim o son ayağın son adımından. Kokun, mis kokun; dünyadaki bütün acıları dindirir gibi. Nefret ettiğim bütün çiçekleri dünyadan siler gibi. Annesiz bir çocuğun başını okşar gibi. Kelimelerim şimdi senden saklanan çocuklar gibi. Kelimelerim yemin gibi. Yemin ederim doğrular nehirinden gibi. Yemin ettim bak en cesurlar gibi. Kelimelerim...
Seni şüphe çayırında yakan ben miydim? Şimdi işte başım önde gibi. Çünkü seni değil yakmak, sana ateşi göstermek dahi istemem. Sana hiçbir acıyı dinletmek, sana hiçbir gözyaşını izletmek istemem. Mutluluğunsun sen. Mutluluk adlı ülkeden başka bir sınırı tanımana imkan yok. Başka bir sınıra ayak yok, ortalıktan kaldırdım. Sen, gökyüzünde açar gibi, hiçbir şeye benzemeyen, eşsiz bir varlıksın. Sen, camımdan eser gibi, başkasına vermediğim, veremeyeceğim bir hissiyatsın. Sen, kana kana içer gibi sahiplendiğim, yaşatan bir farkındalıksın. Sen... Seni korkunun şiddetinden daha çok seviyorum. Seni, korkuya yönelenle korkudan dönen bütün adımların psikolojileriyle seviyorum. Seni... Seni seviyorum.

21 Şubat 2016 Pazar

Kader Telvesi

Adım, adın nihayet
Sana itiraf edeyim,
17 değil 48'im.
20 değil 50'yim.
Ve hiç genç değil yaşlıyım çınarım.
Yerimde olmanı istemezdim.
Seni bana mecbur bırakmak lütuf mudur,
Şikayet midir, nasıl anlatmalı?
Hayır fılora değildi işe yarayan, yine aynı karaçalı uyuşturucuydu.
Hayır ellerim kanamıyor, ben yoluyorum hayatımı didik didik.
Sen besbelli bir hayat,
Ben kör bir tavşanın avcu,
Alnımdan öptüğün vakit Alisi gördüm.
Elimden tuttuğun vakit bir bedbahtlık son buldu.
Beni sevdiğin vakit bir habitat canlandı.
Ey şanslı kalbim,
Tırnaklarını artık boğazımdan çek,
Ve o tırnaklarla kazıdığın kaderimin yakasını bırak.
Ey mor menekşelerim,
Lütfen aynı tırnakları midem için kullanınız.
Şayet ya öleceğim, ya da kendimi gömeceğim.
Neyse güzel limonlar,
Ve senin aşkınla sulanan nergizler,
Bugün size haykırışımın bilmem kaçıncı tekrarıdır,
Bugün kişil tekilliği başka hayatlara bırakışımın yeni bir yinelemesidir.
Artık, ölümü kahve çekirdekleri kadar benimser ve içeriz.
Yahut o kahve çekirdeklerini benimsemek için türlü acıları biçeriz.
Bilemiyorum anneciğim.
Sorular sormayı yurduma bırakıyorum artık.
Bana cevapları da vermeyin.
Bana yalnızca yıldızları verin.
Bırakın beni, uzak çiçeklere gidiyorum.

1 Ocak 2016 Cuma

Bir gökyüzü hikayesi

Akdeniz'e ait bir kumsalda büyüdü aşkım. Sen o ağaçlardan geldiğinde bir gün, korka korka tuttum ellerini. Ellerin İstanbul gibiydi. Korkmak sevdiğim, bana özel bir histi. Hep öyle kalacakmışcasına yakındık biz korkuyla. Biz hep bir olup sahilleri ve denizleri huzursuzluğa boğduk. Ama sonra sen geldin sevgilim. Huzurun kaçırdığı ve kaçtığım kollarını getirdin. Ne büyük şaşkınlıkmış. Bu iklim ve benim yurdum böyle şaşkınlıklara alışık değil. Önce bir bisikletle kaçtık. Sonra bir gemiyle geldik gözlerine. Ellerimiz titriyordu çünkü ben birazdan bu gemiden korkusuz inecektim. Korkunun birliğini bir dalga arkasında bırakacaktım. Korkuyla vedalaşıp, sarılıp, ağlaşıp özleşip, yadırgayıp; sana koşacaktım.
Ve koştum.
Sana adımımı attığım anda güneş açtı.
Senin elinden tutuşum bu insanlığın kurtuluşuydu sevgilim, bilirsin.
Benim mutluluğum bütün denizleri okyanusa çeviren bir mutluluktu, bilirsin.
Sonra o ilk adımı attık toprağa. Bir bakışın vardı, anlatamam. Bir ağacın yerinden bize seslendiğini duydum. Bir ağacın biz göğü daha iyi görebilelim diye geri çekildiğini gördüm. Bir doğanın büsbütün sustuğunu ve bizim konuştuğumuzu gördüm. Bu neye delalettir sevdiğim? Cennete mi cehenneme mi? Kıyamete mi yoksa göğün gülüşüne mi? Sen cevapla. Bu toprak üstünde ve senin karşında büsbütün aklımı yitirdim ben. Aklım, gördüklerini tanıyor. Aklım, kendisine malum olan kaderin karşısında bininci kez daha boynunu büküyor. Tanıyorum sevdiğim, akacak gözyaşımı, bırakılacak elleri, sürdürülecek yalnızlıkları tanıyorum. Bunun anlamını da bilmiyorum, inan bana. Sen bil. Sen bil ve öğret bana. Senden öğrendikçe bir gül kokusu doluyor burnuma. Yürüyoruz ya, sanki hayatın ortasını bulmuşuz da orda dinleniyormuş gibiyiz aslında. Aslında yaptığımız aşık olmak değil, yaşamak.
Aslında yaptığımız gülümsemek değil, bir gül koklamak. Aslında yaptığın bana bakmak değil, bir bulut bulmak.
Buluşuyor gerçekler. Ben tam o anda arkamı dönüyor ve bir ağaca elimi uzatıyorum. Kaşlarımı çatıyorum sonra. Garip olan ne? Neden yapıyorum bunu?
Zaman. Zaman ilk defa mora dönüyor. Ve mor bir kısım olarak akıyor zaman. Rüyalarımı dinledikçe anlıyorum ki, beni rüyalar öldürecek. Hislerimi izledikçe anlıyorum ki benim katilim onlar olacak. Zaman sevdiğim, geçtiğimiz toprakla ilerliyor. Zaman sen gözlerini kırptıkça anlamlı hale geliyor. Ve ben hala hangi güne yolculuk ettiğimizi bilmeden bir birlik olan kalplerimize bakıyorum. Sen geldiğinde neydim? Hala hayallere kıymet verebilir miyiz? Yarın ne olacak sevgilim?
Yarın; o ormanı koşacağız. Artık diyorum ki bulutları tutsak. Bu yüzden yarın kanatlarımızı getiriyorum. Hep bir martı olmak istemiştim. Bu yüzden yarın kanatlarımızı getiriyorum.
Sevgilim, bu yolculuk uzun. Bu yolculuk uçuk kaçık bir şarkının yolculuğu. Bu hala doğmamış bir insanlığı kurtarmanın yolculuğu. Bu benim martı oluşumun yolculuğu. Sevgilim, eğer uçamazsam beni gökyüzüne gömer misin? Ben gökyüzüne çok aşığım. Eğer bir martı olamazsam beni gökyüzüne göm. Beni gökyüzünden ayrı bırakma, bırakma ki, ayrılmasın ellerimiz. Bırakma ki kendimi maviye boyamadan ölmeyeyim. Bırakma ki insanlar konuştukça sağır olmayayım. Benim elim, kolum ve benim evladım gökyüzünden oluşuyor. Sevgilim, onlara söyler misin, gökyüzü kokan varlığıma sarılıp uyuyacağımı söyler misin? Söyle sevgilim. Onların inanmadığına birlikte inanalım.
Ben, dikdörtgen şeklinde bir gökyüzünün aidiyetiyle ve hasretiyle yaşıyorum. Bunu onlara sen söyle sevgilim. Bütün diller ve kelimeler senindir. Anlat. Benim sustuklarımı, nefesim kesilinceye kadar, her daim sen anlat.