1 Ocak 2016 Cuma

Bir gökyüzü hikayesi

Akdeniz'e ait bir kumsalda büyüdü aşkım. Sen o ağaçlardan geldiğinde bir gün, korka korka tuttum ellerini. Ellerin İstanbul gibiydi. Korkmak sevdiğim, bana özel bir histi. Hep öyle kalacakmışcasına yakındık biz korkuyla. Biz hep bir olup sahilleri ve denizleri huzursuzluğa boğduk. Ama sonra sen geldin sevgilim. Huzurun kaçırdığı ve kaçtığım kollarını getirdin. Ne büyük şaşkınlıkmış. Bu iklim ve benim yurdum böyle şaşkınlıklara alışık değil. Önce bir bisikletle kaçtık. Sonra bir gemiyle geldik gözlerine. Ellerimiz titriyordu çünkü ben birazdan bu gemiden korkusuz inecektim. Korkunun birliğini bir dalga arkasında bırakacaktım. Korkuyla vedalaşıp, sarılıp, ağlaşıp özleşip, yadırgayıp; sana koşacaktım.
Ve koştum.
Sana adımımı attığım anda güneş açtı.
Senin elinden tutuşum bu insanlığın kurtuluşuydu sevgilim, bilirsin.
Benim mutluluğum bütün denizleri okyanusa çeviren bir mutluluktu, bilirsin.
Sonra o ilk adımı attık toprağa. Bir bakışın vardı, anlatamam. Bir ağacın yerinden bize seslendiğini duydum. Bir ağacın biz göğü daha iyi görebilelim diye geri çekildiğini gördüm. Bir doğanın büsbütün sustuğunu ve bizim konuştuğumuzu gördüm. Bu neye delalettir sevdiğim? Cennete mi cehenneme mi? Kıyamete mi yoksa göğün gülüşüne mi? Sen cevapla. Bu toprak üstünde ve senin karşında büsbütün aklımı yitirdim ben. Aklım, gördüklerini tanıyor. Aklım, kendisine malum olan kaderin karşısında bininci kez daha boynunu büküyor. Tanıyorum sevdiğim, akacak gözyaşımı, bırakılacak elleri, sürdürülecek yalnızlıkları tanıyorum. Bunun anlamını da bilmiyorum, inan bana. Sen bil. Sen bil ve öğret bana. Senden öğrendikçe bir gül kokusu doluyor burnuma. Yürüyoruz ya, sanki hayatın ortasını bulmuşuz da orda dinleniyormuş gibiyiz aslında. Aslında yaptığımız aşık olmak değil, yaşamak.
Aslında yaptığımız gülümsemek değil, bir gül koklamak. Aslında yaptığın bana bakmak değil, bir bulut bulmak.
Buluşuyor gerçekler. Ben tam o anda arkamı dönüyor ve bir ağaca elimi uzatıyorum. Kaşlarımı çatıyorum sonra. Garip olan ne? Neden yapıyorum bunu?
Zaman. Zaman ilk defa mora dönüyor. Ve mor bir kısım olarak akıyor zaman. Rüyalarımı dinledikçe anlıyorum ki, beni rüyalar öldürecek. Hislerimi izledikçe anlıyorum ki benim katilim onlar olacak. Zaman sevdiğim, geçtiğimiz toprakla ilerliyor. Zaman sen gözlerini kırptıkça anlamlı hale geliyor. Ve ben hala hangi güne yolculuk ettiğimizi bilmeden bir birlik olan kalplerimize bakıyorum. Sen geldiğinde neydim? Hala hayallere kıymet verebilir miyiz? Yarın ne olacak sevgilim?
Yarın; o ormanı koşacağız. Artık diyorum ki bulutları tutsak. Bu yüzden yarın kanatlarımızı getiriyorum. Hep bir martı olmak istemiştim. Bu yüzden yarın kanatlarımızı getiriyorum.
Sevgilim, bu yolculuk uzun. Bu yolculuk uçuk kaçık bir şarkının yolculuğu. Bu hala doğmamış bir insanlığı kurtarmanın yolculuğu. Bu benim martı oluşumun yolculuğu. Sevgilim, eğer uçamazsam beni gökyüzüne gömer misin? Ben gökyüzüne çok aşığım. Eğer bir martı olamazsam beni gökyüzüne göm. Beni gökyüzünden ayrı bırakma, bırakma ki, ayrılmasın ellerimiz. Bırakma ki kendimi maviye boyamadan ölmeyeyim. Bırakma ki insanlar konuştukça sağır olmayayım. Benim elim, kolum ve benim evladım gökyüzünden oluşuyor. Sevgilim, onlara söyler misin, gökyüzü kokan varlığıma sarılıp uyuyacağımı söyler misin? Söyle sevgilim. Onların inanmadığına birlikte inanalım.
Ben, dikdörtgen şeklinde bir gökyüzünün aidiyetiyle ve hasretiyle yaşıyorum. Bunu onlara sen söyle sevgilim. Bütün diller ve kelimeler senindir. Anlat. Benim sustuklarımı, nefesim kesilinceye kadar, her daim sen anlat.